Bu yazıda konuşup üzerine düşünmek istediğim durum Türk halkının gittikçe artarak devam eden bir batı özentiliği ve hayranlığı üzerine olacak. Bu özentilik ve hayranlık durumu bizim milletimizde son 20 30 yılın problemi değildir tanzimattan ve hatta daha öncesinden gelen bir durumdur. Fakat resmi bir başlangıç noktası olarak Osmanlının son yıllarına odaklanarak başlayacağız. Tarihte ufak bir gezintiye çıkarak Osmanlıda 16. ve 17. yüzyıla gitmek istiyorum çünkü bu tarihler günümüzdeki büyük yangının ilk kıvılcım noktaları olarak nitelendirilebilir. Çünkü bu tarihten itibaren devlet artık bir duraklama evresine girerek bir benzetme yapılırsa uykuya dalmıştır. Bu uyku devleti resmen dünyadan kopararak ona kendi içerisinde gördüğü rüyaların gerçek olduğunu zannettirmiştir. Avrupa ya da diğer bir şekildeki adlandırmamızla batı medeniyeti bu tarihlerden itibaren uyuduğu 2000 yıllık uykudan uyanarak zincirlerini bir bakıma kırmıştır. Bizim medeniyetimiz ve devletimiz ise kendisini özgür zannederek hiç fark etmeden kendine zincirler vurmuştur. Avrupa Osmanlının güç zehirlenmesi yaşadığı yıllarda bir aydınlanma yaratıyordu gayet çalkantılı ve uzun bir süreçle birlikte bunu başarmıştı gerek coğrafi keşiflerle beraber yeni dünyanın keşfi olsun gerek rönesansla birlikte bilim ve sanat alanındaki açılma ve ilerleme ile olsun gerek reformla birlikte otoritesi zaten sallantıda olan katolik kilisesinin etkisini yitirmesi olsun bunu bir aydınlanma çağı olarak adlandırdı. Bu dönemde Osmanlı ilk başlarda hala kendisinin yenilmez olduğunu düşünerek Avrupaya dair izlenimlerini gayet sığ bıraktı çünkü onu bayağı aşağı bir kültür ve medeniyet olarak görüp kendisiyle mukayese etmeyi yakıştıramıyordu. İşte aslında bu nokta bir sonun başlangıcı mahiyetindeydi. Avrupa coğrafi keşiflerle birlikte elinde artık yeni dünyayı bulunduruyordu o artık bir kıtanın içerisine hapsolmak zorunda değildi bu keşiflerle birlikte elinde hiç olmadığı kadar hammadde ve insan gücü vardı bu ona tahmin edemeyeceği bir gücün işaretiydi bu zenginleşme ile birlikte Avrupa insanının refahı artmaya başlamıştı ve bu refahı artan toplum artık bu gücü diğer alanlara yönlendirmek istedi ve bu dönemde doğan burjuva sınıfı Avrupada azınlık durumunda olan yıllarca seslerini çıkaramayan sanat grubuna el uzattı ve bu sanatın desteklenmesi Avrupa toplumuna geniş bir hayat çerçevesi sundu ve bu dönemde aynı zamanda çeviri faaliyetleri ile yıllarca uzak kaldığı kültür ve irfan dünyasını tanımaya başladı. Yıllarca baskılanmış bir medeniyetin hızlı bir değişimi yaşanıyordu ve artık batı doğudan ışığı çalmıştı ve kendisini yüz yıllarca süren karanlığın kirinden arındırmaya çalışıyordu fakat bu arındırma durumu bu dönemde yaptıkları zulümlerle insanlık dışı faaliyetlerle hiçbir işe yaramıyordu. Batı doğudan çaldığı ışıkta bir şeyi eksik bırakmıştı o da merhamet ve insanlık duygusuydu bugün bakmayın batının insan hakları adalet gibi kavramların kurucusu olarak sayıldığına onlar yıllarca kirlettikleri bedenlerini ancak bu şekilde saklayabilirlerdi. Bu kısım bir giriş mahiyetinde oldu Avrupanın kısaca gelişimi ve bu gelişimin neler üzerinden nasıl olduğunu ve bizim medeniyetimizin eksikliği üzerine düşündük. Bir sonraki kısımda bizim medeniyetimizin bu dönemlerdeki durumunu ve Osmanlının batının üstünlüğünü kabul etmesiyle birlikte ortaya çıkan gelişmelerin neler olduğunu ve bu gelişmelerde nerede hata yapıldığını yazacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder